Pages

19 Eylül 2011 Pazartesi

Mandalina Ağacı

Bir önceki gün harika bir Cumartesi idi. Vücudumun sesini dinlememeye karar verdim son iki haftadır. Evet ağrılarım var ama ne yapabilirim, bunun için tedavi görüyorum zaten, evde mıhlanıp hücreye tıkılmışlık hissinden bunaldım artık! Sonbahar kapımızı çalıyor bugünlerde. Yaşadığımız bölgede dört mevsim kusursuz bir ahenkle geçer. İlkbahar, yaz, sonbahar ve kış mevsimlerini iliklerinize dek hissedersiniz. Selam verip kaçmaz yani. Mevsimin son kızarmış domateslerini bahçemizden topladım dün. Hepsini mutfak robotunda ezip kavanozlara kaldırdım. Dayanamayıp ilk mahsüllerini bahçede oturup çiğ olarak yediğim bezelyelerim de buzlukta. Yanlarında elbette yıkanıp, kurulanıp kaldırılmış maydanozlarım var. Mutfak dolabımda kurutulmuş nanelerim de hazır. İlk don vurana dek semizotlarım, dereotlarım ve ıspanaklarım bahçede kalacaklar. Ve ben salatalarını yapmaya devam edeceğim. Kırmızı turplarımdan umudu kestim, yeşillikleri hala çok mutlu ama mahsül vermeyecekler artık belli, mevsimi geçti. Marullarım halen inatla yaprak veriyor. Fidelerimden yeşil domateslerim pırıl pırıl sarkıyor ama kızarmak için artık geç kaldılar. Turşu yapabilir miyim acaba? Bugün ise harika bir Pazar günüydü. Rahatsızlanmamdan bu yana ilk kez uzun süreli bir aktiviteye katıldım. İlk geldiğimiz yıl katılarak halihazırda gönüllü çalışmalar yaptığım bir vakıftan arkadaşlarımızla barbekü partisine davetliydik. Hava yirmibeş dereceydi, yazla vedalaşmak için çok manidar bir gündü. Bir önceki günün akşamı havanın altı dereceye indiğini düşünürsek büyük bir hediyeydi bugün bana. Cıvıl cıvıl insanlar, susmayan çenem ve dolayısıyla akşama acısını çıkartan bir beden. Keyfi ağrısından, acısından baskın çok pırıltılı bir gündü. Üstelik yeni sarı cicimi de ilk kez giydim.

Benim gibi A'dan Z'ye bir metropol kızı için bahçe, bostan fikri sadece butik bir yaz uğraşı idi çocukluğumdan beri. Yazlık evimize sabahı, öğleni ve akşamı dahil olmak üzere (yemekten yemeğe) adım attığım kısıtlı anlarda; çim-gül sulama, çilek-biber-domates-börülce-semiz otu toplama, zeytin ağaçlarımızı budama gibi keyfimin kahyası günlerimden kalmadır bahçıvanlığım. Şimdilerde ne zaman şarkılar mırıldanarak bahçemizle uğraşsam o günleri hatırlayıp bol bol gülüyorum. Tam bir curcuna idi bizim yarım günde yazlığa gidişimiz. Benim valizlerim -evet çoğul eki bilinçli kullanılmıştır burada- başlı başına bir dertti. Çünkü ergenlikten sonra daha da yer kaplayacak kıyafet kombinasyonları, pareolar, terlikler, takılar, kitaplar, günlüğüm, şiir defterim, el çantamda teknolojinin gelişim sürecine bağlı sırasıyla walkman/kasetler/Gamewatch, CD player/CD'ler/Tetris yerlerini tıka basa alırdı. Üstelik odalarımızda zaten bir yaz ayını geçirecek kıyafetlerimiz bizi beklerdi. Kardeşlerin birbirinden yapı itibariyle farklı olma gerçeği bu durumda benim valizlerime yer açardı. Anne ve babamın "el valizleri", yazlığa alınan yeni eşya/elektronik alet ve/veya ev tekstili ile bagajda iğne atacak delik kalmazdı. Babamın dâvudi sesiyle eşlik ettigi Zeki Müren, Nat King Cole, Frank Sinatra, Emel Sayın şarkıları ile renklenen yolda râkım farkından kulaklarım ağrırdı. Yol boyunca durmadan çişim gelirdi, hijyen delisi bir ailenin mensubu olarak her benzin istasyonunda durmayıp, tesis seçen birtanecik babam, arkada oflayıp puflayan ben. Her defasinda bir daha eve kadar durmayacağızımızı," bütün çişimizi" yapmamızı söyleyip sigarasını ve çayını içen birtanecik annem. Varışımız saat kaç olursa olsun mayosunu giyip, denize koşmak için kaç saat yolumuz kaldığını her saat başı hesaplayan birtanecik kardeşim. Ve elbette bir saat sonra yine ihtiyaç molası talep eden pek tabii amacına ulaşan birtane ben! Yol boyu annemin lezzetli sandviçleri, meyve ve içecek ikramları eksik olmazdı. Zeytin agaçlarıyla çevrelenmiş yollar ufukta denize çıkınca, iyot kokusu da arabanın içini iyiden iyiye sarmaya başladıkça yol boyu tezgahını açmış, basmadan şalvarlı cânım teyzeler, alnının teri kasketine geçmiş tonton amcaların bostanlarından kasalara dizilmiş meyvelerinin yanında durulurdu. Kötü kokulu siyah yada saydam yeşil poşetler içinde kavun-karpuz-üzüm-incir alınır, "üzerine basmamamız" tembihlenerek ayaklarımızın altına yerleştirilirdi. Yol boyunca hiç durmadan akan "araba duşlarında" arabamızın yıkanması kardeşim için fantastik bir andı daima. Güzel kentimizin okudukça içimi kıpır kıpır coşturan tabelası bizi karşıladıktan hemen sonra en yakın süpermarkete gidilip o akşamı ve ertesi sabahı kurtaracak hızlı ve pratik gıda alışverişi yapılırdı. Ayaklarımızın altında yeni poşetler de yerlerini alınca sitemize doğru tam yol ileri. Yol boyunca yeni evler, siteler, önlerinden geçtikçe sırayla selamlaşılan komşularımızdan sonra nihayet evimize gelirdik. Biri bize Türk mü dedi? ;)

Bir deniz yatağı-şişme deniz topu ve bütün kışın rutubetli kokusudur yazlığa ilk Bismillah adım atışımız. Yazlık açmak başlı başına bir vazifedir. Bütün ev o yorgunluğa rağmen köşe bucak temizlenir. Verandalar hortumdan tazyikli suyla ve fırçayla kaymak gibi yıkanır. Hemen sonra bir kutu böcek ilacı ile tütsülenecek evin içine yerel bir kahraman kostümüyle, nefes yolunu üçgen bağlanmış yazma/pareo/masa örtüsü gibi herhangi bir teknik ekipmanla koruyan babam girer. Uyku saatimizden önceye dek kapılar ve camlar sıkıca kapatılır. Kimyasal bomba patlatılmış evimize özellikle kardeşim ve benim adım atmam zinhar yasaktır. Eve girilmeden önce tamamen hava sirkülasyonu sağlanır, düşman işgalinden kurtarılmış bölgelerimizde yılın en keyifli ilk uykusuna dalınır-dı. Bu ilk gün telaşından sonra festival tadında, unutulmaz yaz tatilleri anıları oluşurdu. Fakat tüm bu keyif anıları arasında hep düşünmüşümdür, bütün yıl çalışıp üzerine yazın hizmetçilik ve misafir ağırlamaktan anası ağlayan anacığım ne tatili yaptı diye?. Ucundan lütfen tutarak yardım etsemde gerçek şu ki; beni o güzel sessiz, cırcır böcekli gecelerde, çarşaf denizli, yakıcı güneşlerde kimse evde tutamazdı. Her yıl eleman sayısı, popülerite skalası değişen, o kısıtlı aylarda dedikodusu, entrikası, şamatası ve keyfi hiç eksik olmayan site içi/komşu site harmanı arkadaşlarımla nüfus cüzdanlarımızla içinde bulunduğumuz yıl orantılı aktivitelerle meşgul olurduk. Kardeşim arkadaşlarıyla birlikte bisikletinin tepesinde, peşime takılıp kalabalık "abili-ablalı" arkadaş grubuma dahil olmak ister ve beni sinir ederdi. Eve döndüğümde annem silmiş süpürmüş, yıkamış, asmış, yemeği, tatlısı, tuzlusunu hazırlamış, arada bizimle denizde yüzmüş, duşunu almış, sigarasi ağızında bahçede iş yapmakta olur, eve uğramadığım için sitem ederdi. Babacığım, gün içinde bizimle yüzmüş, evimizin park yerinde tertemiz yıkadığı sarı basın plakalı arabamız, dikmeden önce şemalarını çizerek renklerine-cinslerine göre peyzajını yaptığı ve özenle budadığı gülleri, mesleki deformasyon etkili elinden düşürmediği gazeteleri ile sonsuza dek sürecek bir tablonun içindeymiş gibi gelirdi. Yıllar geçtikçe gitmek için gün sayılan yazlık fikri akranlarıma ve bana çok monoton gelmeye başladı, üniversite yıllarında iyiden iyiye burun kıvırdığımız bir "huzurevi" tatil kentiydi orası. Neden sonra, büyüyüp, mezuniyetler, hayata atılmalar, işler, evlilikler, çocuklar devreye girdikçe sosyal paylaşım sitelerinde veya bir şans orada buluşursak yüzyüze üç beş günlüğüne o eski anıları yad eder, o ekibi yine eskisi gibi birarada görmek ister olduk. Kayıplarımız oldu, taşınanlarımız, sırra kadem basanlarımız vs. vs. Şimdi gittiğimde koca göbekli, sakallı adamların, röfleli güzel genç hanımların yanıma gelip ....... abla nasılsın diyerek halimi hatırımı sorup, bana sarılmalarıyla anlıyorum ki o dönem çoktan kapanmış...

Kanada'da sevgilimle ne zaman nehir veya göl kenarında kamp yapsak, martı sesi duysam (ki bu kentte nehir Marmara Denizi büyüklüğünde o yüzden martıdan bol uçan hayvan yok) gözlerimi kapatır, ılgıt ılgıt uğuldayan yazlığımızın kentinde bulurum ruhumu. Anılarımızla, babamın artık sadece rüzgârında fısıldayan hoş sedasıyla, benim için korkunca yorganının altına saklanan çocuk huzuru tadında bir yer orası daima, gözümü açığımda sekizbin kilometre ötedeyken bedenim. :)

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Yazlık anıları eşittir çocukluğun %80'i sanki. Benim de en çok yazlar, yazlık kaplar belleğimi. Kaç yaşına geldik hâlâ o anılar dün gibi..