Pages

16 Kasım 2011 Çarşamba

Noel ve Borcam Üzerine

Noel geliyor! Biz her ne kadar 31 Aralık gecesini kutluyor olsak da dostlarımızın Noel'ini ihmal etmiyoruz. Benim için kışın en keyifli ayları başlıyor demektir bu. Mağazalar vitrinlerini hızla değiştirmeye başladı bile. Kırmızılı, yeşilli, doreli hediye paketleri piyasaya çıktı. Alışveriş merkezlerine LED'lerle süslenmiş çam ağaçları yerleştiriliyor teker teker. Işıklandırılmış mağazalar ile kentimiz artık festival havasına bürünmeye hazır. Tek eksik kar! Artık o romantik pişmaniyelerin yağmasını sabırsızlıkla bekliyorum. Evet pişmaniye! Burada kar bence lapa lapa değil pişmaniye gibi iri ve uzun uzun yağıyor.

Sevdiklerim(iz) için hediye alışverişinde hiçbir zaman iki ayağım bir pabuca girmez benim, izin vermem buna. Bu önümüzdeki Noel için de geçerli olacak. Herkesin zevkine göre bulduğum ve beğeneceğini düşündüğün herhangi "şey"i satın alıp saklarım. Sadece özel günlerde değil, her ev ziyaretime mümkünse bir paketle giderim. Kendime aldığım kıyafet-takı-makyaj malzemesi... herhangi yeni bir ürünü beğendiğini söyleyen olursa derhal çıkartıp vermeyi de çok severim. Paylaştıkça büyüyor tüm güzellikler. Yıl boyunca evimizde muhakkak hediyeler bulundururum. Sahibi olmayan hediyeler de alıp koyarım bir kenara. Bu antika huy ailemizin hanımlarından bana bir nevi miras. Nispeten annem ama ekseriyetle anneannemden. Sevgili anneannemin evinin salonunda bulunan enine uzun vitrin dolabının altında üzeri rafyalanmış hediye paketlerinde bir sürü servis tabağı, porselen takımlar, Borcam, kristal kadehler, ıvır zıvırın dolu olduğu bir bölüm vardır. Ben çocukken gizlice o paketleri açıp içlerine bakmamak için aklımı kaçırırdım. Emekli öğretmen olup, evinden öğrencileri, "Hocahanımlar", gezi arkadaşları eksilmeyen anneannem; misafirlerinden gelen (evinde onlarcası bulunan) Borcam'ları hiç açmadan o büfeye kaldırır. Ailenin şımarık ilk torunu olarak nerede nasıl konuşmam gerektiğini kimse kızamadığı ve kıyamadığı için çok sonraları öğrenmiştim. Dün gibi hatırladığım ve anlatacağım aşağıdaki uzun hikaye yine paketi açılmadan kaldırılan Borcam'lardan biriyle ilgili:

Kardeşim henüz ortada yokken ilkokul yıllarımıza dek anneannem bana ve benden birkaç yaş büyük kuzenime ayak pedallı Singer dikiş makinasında bir örnek elbiselerden dikerdi. O dikiş makinası kendi içine sokulup üzeri masa halini alıp, örtüsü serildiğinde ise (ters çevrilmiş üç terlik teki ile) pedalları ve (elimde tuttuğum yuvarlak tepsi ile) direksiyonu olan bir arabaya dönüşürdü. Bu arabayı bana "İcat Eden" anneannem böylelikle saatlerce usanmadan soracağım sorulardan ve defalarca anlatmasını isteyeceğim "Peri Padişahı'nın Kızı, Kırmızı Başlıklı Kız, Ali Baba ve Kırk Haramiler" masallarından kurtulmuş olurdu. "Arabamı Park Ettiğim" zamanlar, sandalyeleri birleştirilip çarşaflarla çevrelenmiş kurduğum çadırdan evimde evcilik oynardım, anneannemi çaya davet ederdim, iki büklüm yerde oturmuş plastik fincan takımlarımdan çay içerdi. Anneannemin ütü yaptığı günlerde ise babacığımın Kuzey Kıbrıs'tan getirdiği oyuncak ütüm ve ütü masamda "Evimin Ütülerini" bitirirdim. Dikiş makinasının bulunduğu o hayalgücü odası kardeşim doğana dek sadece bana ait olduğundan iki prova arası anneannemin evinde çadırdan evim ve dikiş makinasından arabam beni bekerdi. (Bu tedrisatla ve hayal gücüyle büyümüş olan benim, kuzenimin, kardeşimin düz vites arabayı nasıl da ustalıkla ve keyifle kullandığımıza hayret etmemeli). Ben dikiş arası kıyafet provalarına bayıldığım için tenime yanlışlıkla batan iğnelere canımın tatlı ve kıymetli olmasına rağmen hiç aldırmazdım. Sabunla çizilip, makasla kesilen, kuzenimle fikrimiz sorularak seçilmiş, pastel renkli kumaşlardan hayat bulan elbiseler-etekler benim için çocuk giyim mağazalarında öfleye pöfleye bir türlü beğenemediğim için annemden pek çok kere azar işiterek satın aldığımız kıyafetlerimden kat be kat değerliydi. Sırf kendi evimizde değil, anneannemin ve teyzemin evlerinde de döne döne, eteklerim uçuşarak koridorda aynanın karşısında dans eder dururdum. Bu üç hanımın kolyeleri, klipsli küpeleri ve topuklu ayakkabılarıyla, ayaklı mikrofona dönüştürülmüş GırGırın (boyum yetmediği için) üzerine çıkıp verdiğim konserlerin haddi hesabı yoktu. İşte tüm bu renkli dönemden aklımda dün gibi hatırladığım birgün kalmış. Tahminimce ilkokula başlayacağım yıl, bir haftasonu anneannemin elinden tutmuş, bilekten dantelli çorabım, rugan ayakkabılarım, örgülü saçlarım, etek ucu dantelli elbisem ile misafirliğe gitmeye hazırdım. Yatıya kaldığım anneannemin evine bir önceki gün misafirler gelmişti, mutad. Ve o dönemin birbirinin aynı olan "Paşabahçe" hediye paketine sarılmış bir büyük boy Borcam gelmişti. Anneannem hediyesine teşekkür edip salonda masanın üzerine koyup misafirlerini koltuklarına buyur etmişti. O paketi alıp büfedeki "Hazine Dolabı"na kaldırdığımı çok iyi hatırlıyorum. Yine o büfe içindeki paketin başka bir örneği olmadığından da hala adım gibi eminim. Yani o gün büfede bir tek Borcam bulunuyordu. İçinde ne olduğunu bilmeme rağmen paketi açmamak için ne yapacağımı şaşırmıştım ama uslu bir çocuk olmalıydım zira açmadımda. Ertesi gün öğleden sonra veya akşam, herhangi bir saat olabilir -ki çocukken zaman mefumu salt sabah ve akşamdır bence- bu kez biz misafirliğe gidecektik. Bilin bakalım anneannem hangi hediyeyi yanında götürecekti? Kapının zilini çalıp, öpüş-koklaş faslından sonra anneannem hediyeyi uzattı ve:
-Ufak bir hediye hayatım sana layık değil ama...
Tarzında bir girizgahtan sonra gülümsedi. Ve ben doğrucu Davut olarak derhal söze girdim:
-Anane! Bu bize dün .......... Teyzelerin getirdiği hediye!
-Hahahaaaa ilahi yavrum o değil bu. Hahhhaaa çocuk aklı işte.
-Ya hayır bu o hediye, çünkü ben kaldırdım bunu büfeye. Bu hediye paketinin aynısından başka yoktu ben eminim.
-Evladım sus bakayım karıştırdın sen!
Yalan söylememem gerketiğini çok iyi bilen, erdemli bir çocuk olarak ev sahibine dönüp:
-..... Teyze gerçekten ben doğru söylüyorum, bunun içinde Borcam var.
Demiştim doğru söylememin haklı gururuyla.

Bu süs çocuğu edasında gezmeler ve bir örnek kıyafet modamız ortaokula geçtiğimiz yıl bıçak gibi kesildi. Özellikle ben utanç duymaya başladığım bu hanım hanımcık kıyafetlerden buz gibi soğumuş, kendi tarzımı oluşturmaya başlıyordum ve bu kuzenimin munisliğinin aksine bende hayli keskin çıkışlarla belirleniyordu. Uslu geçen ilk çocukluğumun aksine huysuz, azgın, bacakları yara bere içinde, kavgacı, tüm gün bisiklete-patene binen, apartmanların giriş kapısındaki zillere basıp kaçan bir hayta oluvermiştim. Rasta Saç dahil olmak üzere farklı kimlik arayışlarından sonra Lise 2'de kendimi, ne istediğimi, nasıl bir yol çizeceğimi tam anlamıyla bulmuştum sanki. Takip eden yıllar kuzenimle birlikteyken gözlerimizden yaş gelene dek gülüp eğlenen, akran iki genç kız olarak unutulmaz anılar edinecektik.

Evet başladığım yazımın yine neresinde kalmıştım? Bugün alışverişteydim ve ışıl ışıl mağazalardan dolayı sevinçle doldu ruhum. Ben hayatta olduğum süre boyunca bir daha bu eve çam ağacı girmeyecek demiştim eşime geçtiğimiz yılbaşı sonrası. O yıl hakikaten sondu! Çünkü ne kadar silinse süpürülse de çam ibreleri neredeyse Mart ayına kadar her kattan çıkıyordu. Çam ağacı süsleme her ikimizin de ailesinin her yılbaşı keyifle sürdürdüğü bir gelenekti ve biz de bunu kurduğumuz yuvamızda da devam ettiriyorduk. Ama Türkiye'nin aksine yapay çam ağaçları hem sağlık hem de doğada çözülmesinin uzunluğu açısından popüler değil burada. Sırf Noel için özel çiftliklerinde üretilen çamlar var. Noel öncesi ailece gidip beğendiğiniz ağacı kesip satın alıyorsunuz. Bu hem aile için hoş bir etkinlik hem de çocuklar için Noel'in keyiflerinden başlıcası oluyor. Ağaç kesme fikri kulağa çok zalimce gelse de bu çamlar sırf bunun için üretiliyor. Yani gidip ormandan keyfinize göre kesemiyorsunuz. Yine de eşim de ben de bu gerçek çam ağacı alma işini pek sevmeden yapıyorduk. Sonuçta yılbaşı sonrası geri dönüşüme gidecek boynu bükük bir can alıyorsunuz. Yılın bu dönemi trafikte araçların üzerinde, bagajında sabitlenmiş devasa çam ağaçları görmeniz işten bile değil. Benim evi istila eden çam ibrelerine isyanımı takiben bu yıl sevgilimle ağaç almayacağımızı netleştirmiştik. Ta ki bugün bir mağazada gördüğüm 6 ft (yaklaşık 1.85 cm) plastik çam ağacını görene dek! Hem çok canlı duruyordu hem de çok temiz! Kutuyu kucakladığım gibi süregelmiş bir yeni yıl geleneğini sonlandırmamanın huzuru içime işledi. Biz bu yılda çocukluğumuzdan beri her yıl olduğu gibi ağacımızı süsleyeceğiz. Ben sakar olduğum için yılbaşı süslerinin birçoğunu muhtemelen yine yere düşürüp kıracağım. Son düzenlemeleri yapıp, evimizin tüm ışıkları kapatıp saatlerimizi harcayıp süslediğimiz ağacımızın renkli ışıklarına uzaktan bakarken dalıp gideceğiz...

0 yorum: